3 Kasım 2018 Cumartesi

Yeniden Peru

10 Aralık 2017 Pazar. Bir kez daha Peru’nun başkenti Lima’dayız. İlk gelişimizden bu yana yaklaşık üç yıl geçmiş. 2015 yılının ilk ayları idi. Güney Amerika kıtasına yaptığımız o ilk seyahatte rotamızda Peru’dan Lima, Puno, Titicaca Gölü, Cusco ve tabii Machu Picchu yer almıştı. Tadı hala damağımızdadır. O seyahatte görmeyi çok istediğimiz ama zaman ayıramadığımız bir çok yerden biri de Nazca Çizgileri olmuştu. İşte sırf burası için bugün bir kez daha Peru’dayız.
Bir gün önce yani 9 Aralık 2017 Cumartesi günü Avianca Havayolları’nın La Paz’dan kalkan AV 7391 sefer sayılı uçağımız, Lima’nın Jorge Chavez Uluslararası Havalimanı’na indiğinde sabah saat 09:00 suları idi. Pasaportlarımıza ikinci kez Peru’ya giriş damgası vurulduktan sonra bir taksi ile Pasifik sahili boyunca uzanan bulvardan kalacağımız otelin bulunduğu Miraflores semtine doğru ilerliyorduk. Kıyı boyunca okyanusu seyrederek ilerlerken sahildeki yeşil alanda Ata’mızın büstü gözümüze çarpmış, taksiyi trafiği aksatma pahasına durdurarak dünyanın bir ucunda Atatürk’ümüz ile resim çektirmeden oradan ayrılmak istememiştik. Evet, dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Peru’nun başkenti Lima’da da Atatürk’ün büstü ve altında onun tüm dünya tarafından benimsenen “Paz en Casa, Paz en El Mundo” yani “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü yer alıyordu.

Lima'daki Atatürk büstü
Lima’daki ilk günümüzde hoş bir tesadüf eseri o günlerde Peru’da bulunan kalbinin güzelliği yüzüne yansımış biri ile buluştuk. Gezi bloglarını takip edenler onu tanıyacaktır. “İşim Gücüm Gezmek” adlı bloğun yapımcısı, İstanbul’daki kurumsal iş hayatına son vererek Güney Amerika’ya gelen ve üç yıldır bisikleti ile kıtayı bir uçtan diğer uca pedallamakta olan Çanakkale’li kızımız Hale Sargın. Aslında Hale’yi Şili’den beri takip etmekteydik. Daha sonra seyahatine ara verip Türkiye’ye geldiğinde kendisi ile Çanakkale’de tanışma fırsatı bulmuştuk. O akşam kaldığımız otelin yakınında bulunan “Larcomar” AVM’de Hale ile buluştuk. Pasifik Okyanusu’nu seyrederek birlikte son derece keyifli bir akşam geçirdik. Hale gibi ayaklarının üzerinde duran, hayallerinin peşinde cesaretle koşan, azimli bu kızımızı tanımış olmaktan her zaman mutluluk ve gurur duyuyoruz.

Hale ile buluşmamız
Bugün harika bir gezi yapacağız. İstanbul’da iken ayarladığımız turun aracı sabah 04:30 gibi bizi otelden alacağı için saatin alarmını 04:00’e kurmuştuk. Kalkar kalkmaz hazırlanıp lobiye indik. Sonradan adının Alfonso olduğunu öğrendiğimiz aracın şöförü bizi bekliyormuş. Otelden bizim için hazırlanan kumanya şeklindeki kahvaltımızı alarak yola çıkıyoruz. İlk durağımız Pisco Körfezi'ne bakan küçük bir tatil kasabası olan Paracas. Burada Ballestas Adaları’na iki saat sürecek bir tekne turu yapacağız. Önümüzde yaklaşık 3 saatlik bir yol var. Hava hala karanlık olduğundan kumanyalarımızdaki kahvaltılıkları yedikten sonra bir süre kestiriyoruz.  Paracas’a geldiğimizde saat sekizi buluyor.


Paracas Limanı'nda
İskelenin önünde kısa bir beklemeden sonra geziyi yapacağımız üstü açık bir motor ile yola çıkıyoruz. Motorda farklı yerlerden gelen yaklaşık otuz kişi var. Herkes can yeleklerini giyiyor. Hava güneşli. Güneşin yakıcı etkisinden korunmak için yanımızda getirdiğimiz şapkalarımızı takıyor, güneş kremlerini el ve yüzümüze sürüyoruz. Bindiğimiz tekne kıçtan takma iki adet Yamaha 200 motoru olan bir sürat teknesi. Kıyıdan hızla uzaklaşırken Pasifik Okyanusu'nun hırçın rüzgarı yüzümüze çarpıyor. Ballestas Adaları kıyıdan yaklaşık 20 km. uzakta. Motorda bizimle birlikte gelen lokal rehberimiz anakaraya bağlı bir yamaca kazınmış devasa bir şekli gösteriyor. “La Candelabro” ya da “Şamdan” adı verilen bu şekil gerçekten bir şamdana benziyor. 165 metre boyunda. Ne zaman ve ne maksatla yapıldığı hala meçhul. Yıllar önce okuduğum bir kitabı hatırlıyorum. Erich Von Daniken’in “Charriots of the Gods” (Tanrıların Arabaları) adlı kitapta bu şekilden bahsediyordu. Yazarın, bu şeklin bir zamanlar dünyamızı ziyaret etmiş olan dünya dışı uçan araçlara yine bir sır olan Nazca Çizgilerinin bulunduğu yönü gösterdiğine dair yorumu vardı. Nazca Çizgileri üzerinde yapacağımız uçak yolculuğunu anlatırken bu konuya daha fazla yer vereceğim.



Yaklaşık 45 dakika sonra motorumuz Ballestas Adalarının kıyılarına geliyor. Tamamen kayalık bir yapıda olan bu adalar onlarca tür kuşun, deniz aslanları, deniz filleri, foklar ve penguenlerin yaşam alanı. Peru hükümeti bu adaları doğal yaşam alanı olarak koruma altına almış. Burası için Peru’nun Galapagos’u deniyor. Havaya kuşların dışkılarından kaynaklanan keskin bir koku hakim. Yüzlerce kuş kayalıklara tünemiş, bazı kayalıkların üstünde Deniz Aslanı kolonileri göze çarpıyor. Gördüğümüz manzaraları telefon ve kameralarımızla kaydediyoruz.











Saat 10:00 gibi Paracas’a dönüyoruz. İlginç bir gezi oldu. Alfonso bizi kıyıda karşılıyor. Aracımız Nazca’ya doğru yola devam ediyor.
Peru’nun Pasifik kıyılarında çorak, kahverengi toprak düzlükler ve tepeler göz alabildiğine uzanıyor. Yol boyunca küçük yerleşim yerleri var. Yaklaşık bir saat yol aldıktan sonra oldukça büyük bir yerleşim bölgesinden geçiyoruz. Burası Ica. Peru’nun önemli şehirlerinden biri. 1535 yılında bir çiftçi tarafından Nazca düzlüğü yakınlarındaki bir mağarada bulunan taşlarla birlikte zamanla arkeoloji dünyasının gözleri bu şehire çevrilmiş. Sayıları 15.000 kadar olan bu taşların üzerinde hayret edilecek kadar ayrıntılı hayvan ve soyu tükenmiş tarih öncesi yaratıkların resimleri var. Bazı taşların üzerinde dinazor avlayan insan resimleri, gökyüzüne teleskopa benzer aygıtlarla bakan insan figürleri, hatta açık kalp ameliyatı, sezaryanla doğum sahneleri gibi çizimler olduğu da söyleniyor. Ayrıca bu taşların bazılarının üzerinde eski çağlara ait haritalar da varmış. Ica’daki özel bir müzede sergilenmekte olan Ica Taşları’nın sırrı günümüzde hala gizemini korumaya devam ediyor.


Peru'da izlediğimiz yol

Nazca'ya doğru

Ica taşları. kaynak: WEB

Ica’dan çıktıktan sonra yolumuz tepeler arasından Nazca’ya doğru devam ediyor. Üzerinde gittiğimiz yolun adı Pan American Otoyolu. 48.000 km. uzunluğu ile Guinnes Rekorlar Kitabı’na giren dünyanın en uzun karayolu ünvanına sahip olan bu yol Alaska’dan başlayıp Arjantin’de sona ererek Kuzey ve Güney Amerika Kıtası’nı bir uçtan diğer uca katediyor. Yaklaşık üç saat sonra Nazca Platosu’na giriyoruz. Başkent Lima’nın 400 km. güneyinde bulunan ve 3900 km2 lik bir alanı kaplayan platoda birbirini kesen ya da paralel bir şekilde uzanan kilometrelerce uzunlukta çizgiler, 300 kadar geometrik figür ve 70 den fazla hayvan ve bitki figürü yer alıyor. Güney Amerika’nın İspanyollar tarafından işgal edilmesiyle birlikte farkedilen bu şekillerin ortalama yaşının 2000 yıllık olduğu belirlenmiş. İşin ilginci, bu şekillerin boyutları o kadar büyük ki yerden farketmeniz mümkün değil. Ancak belli bir yükseklikten farkediliyor. Etrafta bu şekilleri görebileceğiniz bir yükselti de yok. Kayıtlara göre içlerinden en büyük olanın çapı 300 m. yi ve uzunluğu ise birkaç km. yi buluyormuş.
Bu şekillerin varlığından haberdar olmam üniversite yıllarına rastlar. O yıllarda ilk baskısı yapılan Erich Von Daniken’in “Charriots of the Gods” (Tanrıların Arabaları) kitabını bir solukta okumuştum. Kitapta yazar, Güney Amerika kıtasının gizemlerinden bahsediyor ve bu şekillerin dünya dışı uygarlıklarla ilişkisi olduğunu iddia ediyordu. Yapılan arkeolojik çalışmalarla bu şekillerin ve çizgilerin o bölgede yaşamış olan Nazca Kültürüne ait olduğu sonucuna varıldı. Ancak ne maksatla yapıldığı hala belli değil. Kıtada yaşamış eski uygarlıklara ait bir çok kalıntı ile birlikte Nazca  Çizgileri de gizemini hala koruyor.


Nazca kentine girerken
Bu arada aracımız Nazca kentine giriyor. Havaalanı küçük bir kasaba görünümünde olan şehrin güney batısında yer alıyor. Vakit öğleyi bulduğundan karnımız acıktı ama uçuş sırasında mide bulantısı olabileceğini duyduğumuzdan bir şeyler içmekle yetiniyoruz. Yaklaşık bir saat sonra uçağa çağırıyorlar. Uçuşumuzu Cesna modeli 2 pilot ve 6 yolcu kapasiteli tek pervaneli küçük bir uçak ile yapacağız. Alman uyruklu 4 yolcu ile birlikte uçağa geçiyoruz. Pilot, uçağın ağırlık merkezinin bozulmaması için oturma düzenini ayarlıyor. Motorun gürültüsünden etkilenmemek için koltukların yanında asılı duran kulaklıklarımızı takıyoruz. Burundan tek pervaneli uçak pistte hızlanarak havalanıyor. Altımızda evler ve caddeler gittikçe küçülüyor. Yaklaşık on dakika sonra uçağımız Nazca Platosu’nun üzerine varıyor. Pilotumuz çöl üzerinde bulunan şekillerin üzerinde alçalarak, sağa ve sola doğru eğimle uçarak şekilleri izlememizi ve fotoğraf çekmemizi sağlıyor. Uçağımız bu şekillerden başlıca ve belirgin olan 10 adet şeklin üzerinden daireler çizerek geçiyor. Sinekkuşu, kertenkele, maymun ve örümcek figürlerini net olarak görebiliyoruz. Ayrıca bir tepenin yamacı üzerine resmedilmiş insan görünümlü bir varlık figürü sanki elini sallayarak bize selam veriyor. Biraz ilerde Pan Amerikan karayolunun neredeyse cetvelle çizilmiş gibi görünen düz hattı dikkatimizi çekiyor. Üzerinde seyir halinde olan araçlar etraflarındaki düzlükte bulunan şekillerin farkında olmadan kendi hallerinde yollarına devam ediyorlar. Uçağımız yarım saat süren gezisini tamamlayarak dönüşe geçiyor. Cesna tipi uçağın tekerlekleri hafif bir sarsıntıyla piste değerken yaşadığımız bu deneyimin sarhoşluğunun hala etkisindeyiz. Yıllar önce okuduğum bir kitapta bahsedilen yerleri kendi gözlerimle görmüş olmak harika bir duygu.













Havaalanının parkında bizi beklemekte olan Alfonso ile buluşuyoruz. Saat epeyce ilerlemiş ve karnımız zil çalıyor. Alfonso bizi Nazca şehrinin içinde bulunan bizde esnaf lokantası olarak tabir edilen tarzda bir lokantaya götürüyor. Peru yemekleri harika. Bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Yemekte Alfonso ile sohbet ediyoruz. Alfonso bize birkaç ay önce Palpa vadisinde bulunan mumyalardan bahsediyor. Bilim çevreleri tarafından bu mumyaların dünyada var olmayan bir canlı türüne ait olduğuna dair açıklamalar yapılmış. Güney Amerika Kıtası'nın bu bölgesi gizemlerle dolu. 
Artık dönüş yolundayız. Rotamızda uğrayacağımız bir yer daha var. Çölün ortasında adeta bir vaha görünümünde olan küçük bir yerleşim bölgesi. Buranın adı “Huacachina” Etrafı tesislerle çevrili olan bir gölet. Hava kararmadan ulaşabilirsek bölgedeki kum tepelerinde “buggy” denilen küçük araçlarla bir gezi yapmayı planlıyoruz. Ne yazık ki daha yolda iken gün batıyor. Vardığımızda hava tamamen kararmış oluyor. Biz de göletin kenarında kısa bir gezinti yaparak oradan ayrılıyoruz. 



Dönüş yolunda

Huacachina Kaynak:WEB
Otele vardığımızda saat onu buldu. Yol üzerinde aldığımız meyveler akşam yemeği yerine geçiyor. Uzun ve yorucu ama bir o kadar da harika bir gün geçirdik. Yarın sabah saat 08:00 gibi Ekvator’un başkenti Quito’ya gitmek üzere otelden ayrılacağız. Yatmadan önce otel odasının penceresinden dışarıyı seyrederken geçen sekiz günü düşünüyorum. Brezilya’nın Sao Paulo şehrinde başlayan yolculuğumuz Bolivya’da La Paz ve Uyuni şehirleri ile devam ederek Peru’ya kadar uzandı. Yarın ise bir başka ülke, bir başka şehir var rotamızda. Daha sonra ise Şili’nin başkenti Santiago ve heyecanla beklediğimiz Antarktika yolculuğumuz olacak. Yollarda olmayı seviyoruz. Her gün bir başka yer, bir başka heyecan bizi alıp götürüyor. Geride ise güzel anılar, yaşanmış anlar kalıyor. 


Pasifik'te gün batımı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder