10 Aralık 2017
Pazar. Bir kez daha Peru’nun başkenti Lima’dayız. İlk gelişimizden bu yana
yaklaşık üç yıl geçmiş. 2015 yılının ilk ayları idi. Güney Amerika kıtasına yaptığımız
o ilk seyahatte rotamızda Peru’dan Lima, Puno, Titicaca Gölü, Cusco ve tabii
Machu Picchu yer almıştı. Tadı hala damağımızdadır. O seyahatte görmeyi çok
istediğimiz ama zaman ayıramadığımız bir çok yerden biri de Nazca Çizgileri olmuştu.
İşte sırf burası için bugün bir kez daha Peru’dayız.
Bir gün önce
yani 9 Aralık 2017 Cumartesi günü Avianca Havayolları’nın La Paz’dan kalkan AV
7391 sefer sayılı uçağımız, Lima’nın Jorge Chavez Uluslararası Havalimanı’na
indiğinde sabah saat 09:00 suları idi. Pasaportlarımıza ikinci kez Peru’ya
giriş damgası vurulduktan sonra bir taksi ile Pasifik sahili boyunca uzanan
bulvardan kalacağımız otelin bulunduğu Miraflores semtine doğru ilerliyorduk. Kıyı
boyunca okyanusu seyrederek ilerlerken sahildeki yeşil alanda Ata’mızın büstü
gözümüze çarpmış, taksiyi trafiği aksatma pahasına durdurarak dünyanın bir
ucunda Atatürk’ümüz ile resim çektirmeden oradan ayrılmak istememiştik. Evet,
dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Peru’nun başkenti Lima’da da Atatürk’ün
büstü ve altında onun tüm dünya tarafından benimsenen “Paz en Casa, Paz en El
Mundo” yani “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü yer alıyordu.
|
Lima'daki Atatürk büstü |
Lima’daki
ilk günümüzde hoş bir tesadüf eseri o günlerde Peru’da bulunan kalbinin
güzelliği yüzüne yansımış biri ile buluştuk. Gezi bloglarını takip edenler onu
tanıyacaktır. “İşim Gücüm Gezmek” adlı bloğun yapımcısı, İstanbul’daki kurumsal
iş hayatına son vererek Güney Amerika’ya gelen ve üç yıldır bisikleti ile kıtayı
bir uçtan diğer uca pedallamakta olan Çanakkale’li kızımız Hale Sargın. Aslında
Hale’yi Şili’den beri takip etmekteydik. Daha sonra seyahatine ara verip
Türkiye’ye geldiğinde kendisi ile Çanakkale’de tanışma fırsatı bulmuştuk. O
akşam kaldığımız otelin yakınında bulunan “Larcomar” AVM’de Hale ile buluştuk.
Pasifik Okyanusu’nu seyrederek birlikte son derece keyifli bir akşam geçirdik.
Hale gibi ayaklarının üzerinde duran, hayallerinin peşinde cesaretle koşan,
azimli bu kızımızı tanımış olmaktan her zaman mutluluk ve gurur duyuyoruz.
|
Hale ile buluşmamız |
Bugün harika
bir gezi yapacağız. İstanbul’da iken ayarladığımız turun aracı sabah 04:30 gibi
bizi otelden alacağı için saatin alarmını 04:00’e kurmuştuk. Kalkar kalkmaz
hazırlanıp lobiye indik. Sonradan adının Alfonso olduğunu öğrendiğimiz aracın şöförü bizi bekliyormuş. Otelden bizim için
hazırlanan kumanya şeklindeki kahvaltımızı alarak yola çıkıyoruz. İlk durağımız Pisco Körfezi'ne bakan küçük bir tatil kasabası olan Paracas. Burada Ballestas Adaları’na iki saat
sürecek bir tekne turu yapacağız. Önümüzde yaklaşık 3 saatlik bir yol var. Hava
hala karanlık olduğundan kumanyalarımızdaki kahvaltılıkları yedikten sonra bir
süre kestiriyoruz. Paracas’a
geldiğimizde saat sekizi buluyor.
|
Paracas Limanı'nda |
İskelenin
önünde kısa bir beklemeden sonra geziyi yapacağımız üstü açık bir motor ile
yola çıkıyoruz. Motorda farklı yerlerden gelen yaklaşık otuz kişi var. Herkes can yeleklerini giyiyor. Hava güneşli. Güneşin yakıcı etkisinden korunmak için yanımızda getirdiğimiz şapkalarımızı takıyor, güneş kremlerini el ve yüzümüze sürüyoruz. Bindiğimiz tekne kıçtan takma iki adet Yamaha 200 motoru olan bir sürat teknesi. Kıyıdan hızla uzaklaşırken Pasifik Okyanusu'nun hırçın rüzgarı yüzümüze çarpıyor. Ballestas Adaları kıyıdan yaklaşık 20 km. uzakta. Motorda bizimle birlikte gelen lokal rehberimiz anakaraya bağlı bir yamaca kazınmış devasa bir şekli gösteriyor. “La Candelabro”
ya da “Şamdan” adı verilen bu şekil gerçekten bir şamdana benziyor. 165 metre boyunda. Ne zaman
ve ne maksatla yapıldığı hala meçhul. Yıllar önce okuduğum bir kitabı
hatırlıyorum. Erich Von Daniken’in “Charriots of the Gods” (Tanrıların
Arabaları) adlı kitapta bu şekilden bahsediyordu. Yazarın, bu şeklin bir zamanlar dünyamızı ziyaret etmiş olan dünya dışı uçan araçlara yine
bir sır olan Nazca Çizgilerinin bulunduğu yönü gösterdiğine dair yorumu
vardı. Nazca Çizgileri üzerinde yapacağımız uçak yolculuğunu anlatırken bu
konuya daha fazla yer vereceğim.
Yaklaşık 45
dakika sonra motorumuz Ballestas Adalarının kıyılarına geliyor. Tamamen kayalık
bir yapıda olan bu adalar onlarca tür kuşun, deniz aslanları, deniz filleri, foklar ve
penguenlerin yaşam alanı. Peru hükümeti bu adaları doğal yaşam alanı olarak
koruma altına almış. Burası için Peru’nun Galapagos’u deniyor. Havaya kuşların
dışkılarından kaynaklanan keskin bir koku hakim. Yüzlerce kuş kayalıklara
tünemiş, bazı kayalıkların üstünde Deniz Aslanı kolonileri göze çarpıyor.
Gördüğümüz manzaraları telefon ve kameralarımızla kaydediyoruz.
Saat 10:00
gibi Paracas’a dönüyoruz. İlginç bir gezi oldu. Alfonso bizi kıyıda karşılıyor.
Aracımız Nazca’ya doğru yola devam ediyor.
Peru’nun
Pasifik kıyılarında çorak, kahverengi toprak düzlükler ve tepeler göz
alabildiğine uzanıyor. Yol boyunca küçük yerleşim yerleri var. Yaklaşık bir
saat yol aldıktan sonra oldukça büyük bir yerleşim bölgesinden geçiyoruz.
Burası Ica. Peru’nun önemli şehirlerinden biri. 1535 yılında bir çiftçi tarafından
Nazca düzlüğü yakınlarındaki bir mağarada bulunan taşlarla birlikte zamanla
arkeoloji dünyasının gözleri bu şehire çevrilmiş. Sayıları 15.000 kadar olan bu
taşların üzerinde hayret edilecek kadar ayrıntılı hayvan ve soyu tükenmiş tarih
öncesi yaratıkların resimleri var. Bazı taşların üzerinde dinazor avlayan insan
resimleri, gökyüzüne teleskopa benzer aygıtlarla bakan insan figürleri, hatta
açık kalp ameliyatı, sezaryanla doğum sahneleri gibi çizimler olduğu da
söyleniyor. Ayrıca bu taşların bazılarının üzerinde eski çağlara ait haritalar
da varmış. Ica’daki özel bir müzede sergilenmekte olan Ica Taşları’nın sırrı günümüzde
hala gizemini korumaya devam ediyor.
|
Peru'da izlediğimiz yol |
|
Nazca'ya doğru |
|
Ica taşları. kaynak: WEB |
Ica’dan
çıktıktan sonra yolumuz tepeler arasından Nazca’ya doğru devam ediyor. Üzerinde
gittiğimiz yolun adı Pan American Otoyolu. 48.000 km. uzunluğu ile Guinnes
Rekorlar Kitabı’na giren dünyanın en uzun karayolu ünvanına sahip olan bu yol Alaska’dan
başlayıp Arjantin’de sona ererek Kuzey ve Güney Amerika Kıtası’nı bir uçtan
diğer uca katediyor. Yaklaşık üç saat sonra Nazca Platosu’na giriyoruz. Başkent
Lima’nın 400 km. güneyinde bulunan ve 3900 km2 lik bir alanı kaplayan platoda birbirini
kesen ya da paralel bir şekilde uzanan kilometrelerce uzunlukta çizgiler, 300
kadar geometrik figür ve 70 den fazla hayvan ve bitki figürü yer alıyor. Güney
Amerika’nın İspanyollar tarafından işgal edilmesiyle birlikte farkedilen bu
şekillerin ortalama yaşının 2000 yıllık olduğu belirlenmiş. İşin ilginci, bu
şekillerin boyutları o kadar büyük ki yerden farketmeniz mümkün değil. Ancak
belli bir yükseklikten farkediliyor. Etrafta bu şekilleri görebileceğiniz bir
yükselti de yok. Kayıtlara göre içlerinden en büyük olanın çapı 300 m. yi ve
uzunluğu ise birkaç km. yi buluyormuş.
Bu
şekillerin varlığından haberdar olmam üniversite yıllarına rastlar. O yıllarda
ilk baskısı yapılan Erich Von Daniken’in “Charriots of the Gods” (Tanrıların
Arabaları) kitabını bir solukta okumuştum. Kitapta yazar, Güney Amerika
kıtasının gizemlerinden bahsediyor ve bu şekillerin dünya dışı uygarlıklarla
ilişkisi olduğunu iddia ediyordu. Yapılan arkeolojik çalışmalarla bu şekillerin
ve çizgilerin o bölgede yaşamış olan Nazca Kültürüne ait olduğu sonucuna
varıldı. Ancak ne maksatla yapıldığı hala belli değil. Kıtada yaşamış eski
uygarlıklara ait bir çok kalıntı ile birlikte Nazca Çizgileri de gizemini hala koruyor.
|
Nazca kentine girerken |
Bu arada
aracımız Nazca kentine giriyor. Havaalanı küçük bir kasaba görünümünde olan şehrin
güney batısında yer alıyor. Vakit öğleyi bulduğundan karnımız acıktı ama uçuş
sırasında mide bulantısı olabileceğini duyduğumuzdan bir şeyler içmekle
yetiniyoruz. Yaklaşık bir saat sonra uçağa çağırıyorlar. Uçuşumuzu Cesna modeli
2 pilot ve 6 yolcu kapasiteli tek pervaneli küçük bir uçak ile yapacağız. Alman
uyruklu 4 yolcu ile birlikte uçağa geçiyoruz. Pilot, uçağın ağırlık merkezinin bozulmaması için oturma düzenini ayarlıyor. Motorun gürültüsünden
etkilenmemek için koltukların yanında asılı duran kulaklıklarımızı takıyoruz.
Burundan tek pervaneli uçak pistte hızlanarak havalanıyor. Altımızda evler ve
caddeler gittikçe küçülüyor. Yaklaşık on dakika sonra uçağımız Nazca Platosu’nun üzerine
varıyor. Pilotumuz çöl üzerinde bulunan şekillerin üzerinde alçalarak, sağa ve
sola doğru eğimle uçarak şekilleri izlememizi ve fotoğraf çekmemizi sağlıyor. Uçağımız
bu şekillerden başlıca ve belirgin olan 10 adet şeklin üzerinden daireler
çizerek geçiyor. Sinekkuşu, kertenkele, maymun ve örümcek figürlerini net
olarak görebiliyoruz. Ayrıca bir tepenin yamacı üzerine resmedilmiş insan
görünümlü bir varlık figürü sanki elini sallayarak bize selam veriyor. Biraz ilerde
Pan Amerikan karayolunun neredeyse cetvelle çizilmiş gibi görünen düz hattı
dikkatimizi çekiyor. Üzerinde seyir halinde olan araçlar etraflarındaki
düzlükte bulunan şekillerin farkında olmadan kendi hallerinde yollarına devam
ediyorlar. Uçağımız yarım saat süren gezisini tamamlayarak dönüşe geçiyor. Cesna
tipi uçağın tekerlekleri hafif bir sarsıntıyla piste değerken yaşadığımız bu
deneyimin sarhoşluğunun hala etkisindeyiz. Yıllar önce okuduğum bir kitapta
bahsedilen yerleri kendi gözlerimle görmüş olmak harika bir duygu.
Havaalanının parkında bizi beklemekte olan Alfonso ile buluşuyoruz. Saat epeyce ilerlemiş ve karnımız zil çalıyor.
Alfonso bizi Nazca şehrinin içinde bulunan bizde esnaf lokantası olarak tabir
edilen tarzda bir lokantaya götürüyor. Peru yemekleri harika. Bir güzel
karnımızı doyuruyoruz. Yemekte Alfonso ile sohbet ediyoruz. Alfonso bize birkaç ay önce Palpa vadisinde bulunan mumyalardan bahsediyor. Bilim çevreleri tarafından bu mumyaların dünyada var olmayan bir canlı türüne ait olduğuna dair açıklamalar yapılmış. Güney Amerika Kıtası'nın bu bölgesi gizemlerle dolu.
Artık dönüş yolundayız. Rotamızda uğrayacağımız bir yer
daha var. Çölün ortasında adeta bir vaha görünümünde olan küçük bir yerleşim
bölgesi. Buranın adı “Huacachina” Etrafı tesislerle çevrili olan bir gölet.
Hava kararmadan ulaşabilirsek bölgedeki kum tepelerinde “buggy” denilen küçük
araçlarla bir gezi yapmayı planlıyoruz. Ne yazık ki daha yolda iken gün
batıyor. Vardığımızda hava tamamen kararmış oluyor. Biz de göletin kenarında
kısa bir gezinti yaparak oradan ayrılıyoruz.
|
Dönüş yolunda |
|
Huacachina Kaynak:WEB |
Otele vardığımızda saat onu buldu.
Yol üzerinde aldığımız meyveler akşam yemeği yerine geçiyor. Uzun ve yorucu ama
bir o kadar da harika bir gün geçirdik. Yarın sabah saat 08:00 gibi Ekvator’un başkenti
Quito’ya gitmek üzere otelden ayrılacağız. Yatmadan önce otel odasının
penceresinden dışarıyı seyrederken geçen sekiz günü düşünüyorum. Brezilya’nın
Sao Paulo şehrinde başlayan yolculuğumuz Bolivya’da La Paz ve Uyuni şehirleri ile devam
ederek Peru’ya kadar uzandı. Yarın ise bir başka ülke, bir başka şehir var
rotamızda. Daha sonra ise Şili’nin başkenti Santiago ve heyecanla beklediğimiz
Antarktika yolculuğumuz olacak. Yollarda olmayı seviyoruz. Her gün bir başka
yer, bir başka heyecan bizi alıp götürüyor. Geride ise güzel anılar, yaşanmış
anlar kalıyor.
|
Pasifik'te gün batımı |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder