9 Haziran 2017 Cuma

Coron Adası'nın gölleri

Sabah kalktığımızda kendimizi oldukça enerjik hissediyorduk. Bugün yapacağımız tekne gezisinde resimlerini gördüğümüz ve hayran kaldığımız "Kayangan Gölü" vardı. Tabii sadece bu gölle kalmıyacaktı gezimiz. 4 farklı yere uğrayacak, buralarda denize girme fırsatımız olacak, hatta dalış bile yapabilecektik.
Kahvaltı sonrası gezide bize rehberlik yapacak Filipinli rehberimiz Carol ile buluştuk. 



Birlikte bir tricycle ile Coron şehrinin içinden geçirerek limana geldik. Limanda "banca" adı verilen onlarca Filipinlere has tekne denize açılmak üzere yolcularını bekliyordu."Banca" lar ince uzun 4-5 kişiden 50-60 kişiye kadar kapasiteli değişen büyüklükte ahşap yapılı teknelerdi. Sular mercan kolonileri ile dolu olduğundan kayalıklara çarpmadan kıyıya yanaşabilmesi için altında salmaları yoktu. Buna karşılık denge sağlamaları için iki tarafında tekneye bağlı kalaslar vardı. Böylece suların üzerinde hızlıca süzülerek alabora olmadan gidebiliyorlar ve mercan kayalıklarını aşabiliyorlardı.

Coron limanı
Bizi gezdirecek olan tekneye binerek limandan ayrıldık. Hava hafif bulutlu idi. Teknemiz masmavi suların üzerinde sekerek hızla ilerliyordu. Coron Limanı'nın karşısında bulunan "Uson" adasının yanından geçerek göllerin bulunduğu "Coron" adasına doğru yolumuza devam ettik. Yaklaşık yarım saat sonra adanın kıyısına ulaşmış, kıyıya kadar inen yeşil yamaçlara paralel olarak ilerlemeye başlamıştık. 




Teknemiz, kıyılara gizlenmiş koyların yanından geçerken birçok yerde deniz yüzeyinin nerdeyse yarım metre altında koloniler halinde yeralan mercan döküntülerinin üstünde seyrediyordu. Bir süre sonra bir burunu dönerek türkuvaz renkli bir koya girdik. Kıyıya yanaşan tekneden iskeleye çıkarak, Carol'un peşinden taş basamaklara tırmanmaya başladık. Epeyce tırmandıktan sonra yanaştığımız koyu tepeden gören bir açıklığa gelmiştik. Görüş açımıza giren manzara internetten resimlerini gördüğümüz, kartpostallara giren manzaraydı. Bu manzarayı doyasıya seyrederken, havadaki deniz kokusunu içimize çekiyor, doğanın muhteşemliği karşısında insanoğlunun ne kadar aciz kaldığını düşünmeden edemiyorduk. 


Bulunduğumuz yerden bu sefer taş basamaklarla iç tarafta kalan göle doğru inmeye başladık. Ve işte "Kayangan Gölü" bütün güzelliği ile karşımızdaydı. Gölün bir tarafında kıyıya paralel olarak uzanan ahşap platform, güneşlenenlerle, göle girenler, ya da etrafı seyredenlerle dolu idi. Su o kadar berraktı ki gölün içine doğru uzanan karstik kaya oluşumlarını metrelerce derinliğe kadar görebiliyorduk. 



Kayangan Gölü
Gölde yüzmenin tadını doyasıya çıkardıktan sonra geldiğimiz yoldan tekneye döndük.
Sırada "Kayangan Gölü" nün hemen yanında bulunan "Baracuda Gölü" vardı. Bu gölde büyük bir Baracuda balığının iskeleti bulunduğu için bu ad verilmiş. Burada da göle ulaşmak için ahşap basamaklardan oluşan bir yamaca tırmanıp, göl kıyısına inmemiz gerekmişti. Gölün derinliği Kayangan Gölü'ne göre daha fazla ve rengi daha koyu idi. Bir Japon gurubu, tüplü dalış takımları ile gelmişti. Gölün derinliklerinde gözden kayboldular. Biz de pek hazırlıksız sayılmazdık. Gözlük ve şnorkel ile su altında bir süre gezdik. Çanak şeklinde olan gölün kıyılarındaki keskin yüzeyli kayalar derinliklere doğru inerek gözden kayboluyordu. Gerek Kayangan Gölü'nün, gerekse Baracuda Gölü'nün denizle bağlantısı vardı. Baracuda Gölü %40 oranında deniz suyu, %60 oranında tatlı su içeriyormuş. 

Barracuda Gölü

Bundan sonraki durağımız "Twin Lagoon" denilen yan yana iki küçük göldü. Burada deniz molası vermeden yolumuza devam ettik. Öğle vakti gelmişti ve yemek için "Banol Beach" adlı bembeyaz kumsalı olan bir plaja yanaştık. Carol bize çeşitli deniz ürünlerinden oluşan enfes bir masa hazırladı. Yamaçlara tırmanmak ve yüzmek farkına varmadan bizi yormuştu. Etrafımızı çevreleyen doğanın güzelliğine o kadar dalmıştık ki acıktığımızı masadaki yiyecekleri görünce farkettik. Yemek sonrası plajda denize girerek serinledikten sonra teknemize binerek tekrar yola koyulduk.

Banol Plajı



Bugünün son mola yeri ikinci dünya savaşı zamanında batmış olan bir Japon savaş gemisinin kalıntılarının olduğu bir koydu. "Skeleton Wreck" olarak geçen koya girip demirledikten sonra suya atladık. Carol yemekten arta kalan yiyecekleri saklamıştı. Koyun berrak sularında yüzmekte olan renk renk balıklar bu yiyecek artıklarına üşüştüler.


İlk defa suyun içinde balıkları elimizle besliyorduk. Kısa zamanda hepsini silip süpürdüler. Yaklaşık 6 metre derinlikte bulunan batığı görmek için daldık ama hava bulutlandığından net bir görüntü almak mümkün olmadı.
Dönüş vakti gelmişti. Güneş yavaş yavaş alçalırken Coron adasını artık arkamızda kalmıştı. 


Limana geldiğimizde saat 18:00 civarı idi. Carol bizi yine bir tricycle ile otelimize bıraktı. Harika bir gün geçirmiştik. Gün batımını kaçırmamak için hızlıca duş alıp üstümüzü değişerek terastaki restorana gittik. Şansımıza bu akşam da yemeği canlı müzik eşliğinde yiyecektik. İspanyol gitar ve ikili bongodan oluşan bir gurup seslendirdikleri parçalarla ortama neşe katıyorlardı. Güneş Coron Adası'nın arkasından yavaş yavaş kayboluyordu. Filipinler'de yaşanan her gün sürprizlerle dolu idi. Gecenin ilerleyen saatleri ile birlikte etrafa sessizlik çökmüştü. Şehir hayatının alıştığımız gürültüsü burada yoktu. Kaldığımız kulübeye gitmeden önce bahçede bulunan salonda kendimizi şımartıp masaj yaptırdık. Yarın Coron'dan ayrılacaktık. Programımızda Palawan Adası vardı. Palawan'a gitmek için Manila'dan aktarma yaparak Puerto Princesa'ya gidecektik. Tempolu geçecek bir gün daha bizi bekliyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder