14 Nisan 2016 Perşembe

Machu Picchu

İspanyollar Peru'yu ele geçirdiklerinde yerliler arasında ağızdan ağıza dolaşan bir şehirden söz edildiğini duymuşlardı. "Bulutlar  Kenti" olarak adlandırdıkları bu şehrin nerede olduğunu kimse söylemiyordu. Pek çok bilim adamı ve arkeolog bu şehri araştırmış fakat bulamamışlardı. 1909 yılında Güney Amerika'da bilimsel bir kongreye katılan Hiram Bingham adlı Amerikalı bir genç bu şehirden söz edildiğini duymuştu. Perulu bilgin ve tarihçilerle görüşen Bingham bu kayıp kent hakkında birçok bilgi toplayarak ülkesine döndü. 1911 yılında araştırma yapmak için gereken fonu topladığında tekrar Peru'ya giderek bir ekiple birlikte Cusco'dan yola çıktı. 


Balta girmemiş ormanlardan ve derin vadilerden geçerek Urubamba vadisine ulaştı. Buradaki yerliler ona vadinin derinliklerinde eski bir kentin kalıntılarından bahsettiler. Bingham ve ekibi Urubamba vadisi boyunca yollarına devam ettiler. Sarp yamaçların eteklerindeki keçi yollarından tırmanarak ve çağlayanları aşarak olağanüstü güzellikte bir vadiye indiler.Bu vadi sözlerle tanımlanmayacak kadar güzeldi. Geride zirveleri bulutlarla kaplı And Dağları yükseliyordu. Dorukları kar içindeydi. Dağlara yaslanmış olan bir de kent vardı. Bingham Machu Picchu'yu bulmuştu.
Otobüsümüz sabahın alacakaranlığında Cusco'dan yola çıkmış, Urubamba Vadisi boyunca ilerlerken Machu Picchu hakkında okuduğum bu bilgileri düşünüyordum. Sabah 04:30 da telefonun alarmı ile uyanmıştık. Otel yönetimi erken kahvaltı talebimizi kabul etmiş, otelin restoranında hızlı bir kahvaltı sonrası bir taksi ile otobüsümüzün kalkacağı yere ulaşmıştık. İstanbul'da iken internetten aldığım yolculuk biletimiz ile önce otobüsle "Ollantaytambo" adlı kasabaya gidecek, buradaki tren istasyonundan Peru Demiryolları'nın "Vistadome" treni ile "Aquas Calientes"e ulaşacaktık.
Machu Picchu'ya iki şekilde gidildiğini biliyordum. Biri bizim tercih ettiğimiz otobüs+tren+minibüs ile gidilen hızlı ve daha konforlu olan yoldu. Diğeri ise vadi boyunca yürüyerek gidilen ve 5-7 gün sürebilen zorlu bir yoldu. "İnka Yolu" olarak bilinen bu yol rehber eşliğinde yapılıyordu. Bunların dışında üçüncü bir yol daha olduğunu sevgili Özcan Bostancı'nın "Başka Türlü Bir Şey" kitabından öğrendim. Özcan ve İsmail dağların arasındaki keçi yollarından 7 saatlik bir minibüs yolculuğu sonucu "Hidroelektrik" denilen bölgeye ulaştıktan sonra 2 saatlik bir yürüyüş ile "Aquas Calientes" kasabasına varmışlar.
Ollantaytambo'ya vardığımızda hava aydınlanmaya başlamıştı. Otobüsten indikten bir süre sonra perona gelen trene binmiş, numaralı koltuklarımıza oturmuştuk. Trenimiz tepelerin eteklerinden ve çağlayan ırmakların kıyısından geçerek ilerlemekteydi. 








Yaklaşık iki saat süren yolculuğumuz, vadinin sonunda bulunan "Aquas Calientes" kasabasında son buldu. Burası, büyük bir gürültü ile akan"Urubamba" nehrinin kıyısında kurulmuş şirin bir kasaba idi. Bundan sonra 20 dk.lık bir minibüs yolculuğumuz vardı. 



Aquas Calientes
Yöresel eşyaların satıldığı tezgahların arasından geçerek minibüslerin kalktığı yere ulaştık. Bindiğimiz minibüs dağın yamacı boyunca kıvrıla kıvrıla dönerek çıkan dar bir yol üzerinden bizi antik kentin girişine getirdi. Uzun bir yolculuktan sonra efsanelere konu olan bu eşsiz kenti bir an önce görmek için sabırsızlanıyorduk. Çiselemeye başlayan yağmura aldırmadan merdivenleri çıkarak turnikelerden içeriye girdik. Yürümekte olduğumuz patika kayalık bir duvarla son buluyordu. Duvarın geçit verdiği aralıklardan karşı yamaca doğru gözlerimiz kaydı. Bulutlar kenti Machu Picchu bütün görkemiyle karşımızda idi.




Geniş bir açıklığın arka tarafında yamaca doğru yaslanmış gibi duran kalıntılar, yamacın yeşil örtüsü ve geri planda uzanan And Dağlarının sisli dorukları sanki masallardan fırlamış bir tablo gibiydi. Arka planda heybetli görünüşü ile göğe doğru yükselen tepenin adının Huayna Picchu olduğunu biliyorduk. İsteyenler Machu Picchu'yu farklı bir açıdan seyretmek için rehber eşliğinde bu tepeye tırmanabiliyorlardı. Harabelerin olduğu bölgeye gitmek için taşlardan oyulmuş dik bir merdiven boyunca basamaklardan aşağıya indik. Yağmur çiselemeye devam ediyordu. Bir elimizde şemsiye diğer elimizde kameralar gözlerimizin önündeki manzaraları her açıdan yakalamak için büyük bir çaba sarfediyorduk. Neyse ki bir süre sonra yağmur durdu. Harabeleri karşıdan gören bir banka oturduk. Manzarayı seyretmeye doyamıyorduk. 








Bu arada buranın tüylü sakinleri ile tanışma fırsatımız oldu. Birkaç sevimli lama sakin sakin harabelerin arasında dolaşıyorlardı. Turistlere alışkın oldukları belliydi. İsimleri de vardı. Lucy ve Sabrina. Birlikte bir hatıra fotoğrafı çekmeyi ihmal etmedik. 


Antik şehrin kalıntıları arasında gezinirken vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Yavaş yavaş dönüş vakti yaklaşıyordu. 16:20 de Aquas Calientes'den kalkacak trene yetişmek için çıkış kapısına doğru yola koyulduk. İstasyona vardığımızda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Cusco'ya vardığımızda saat 21:00 sularıydı. Yorucu fakat bir o kadar da güzel bir gezi yapmıştık. Uzun zaman etkisinden kurtulamıyacaktık.
Yarın Cusco'dan Lima'ya hareket edecektik. Artık dönüş zamanı gelmişti. Lima'da bir gece kalacak, ertesi gün THY'nın TK16 sefer sayılı uçağını yakalamak üzere Sao Paulo'ya uçacaktık. Güney Amerika'ya yaptığımız bu ilk seyahatimiz dolu dolu geçmişti. Anılarımızda uzun yıllar canlılığını ve lezzetini koruyacağına süphemiz yoktu. 

23/24

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder